Av. Ece Ertuğ Özkara avatarı
Av. Ece Ertuğ Özkara
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Köşe Yazıları
  4. Türk Hukukunda DNR Talimatı ve CPR Uygulamasının Hukuki Boyutları

Türk Hukukunda DNR Talimatı ve CPR Uygulamasının Hukuki Boyutları

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Resüsitasyon (CPR), yaşam ile ölüm arasındaki kritik eşikte özel bir öneme sahiptir. Ancak CPR’ın başarı şansı düşük olduğunda, yaşamının son evresinde bulunan hastalarla ilgilenen hekimler ve sağlık çalışanları, hem etik hem de hukuki açıdan karmaşık ikilemlerle karşılaşmaktadır. Bu kararlar, hekimlerin manevi ve etik yükünü artırırken, hukuki sonuçlara ilişkin kaygılar da karar verme sürecini zorlaştırmaktadır.

“Do Not Resuscitate” (DNR) talimatı, kalp veya solunum durduğunda, önceden verilmiş tıbbi talimat doğrultusunda CPR uygulanmamasını ifade eder. Hasta hakları çerçevesinde, aydınlatılmış onam olmaksızın yapılan tıbbi müdahaleler hukuka aykırıdır. Bu nedenle, hekimin hastanın tedaviyi reddetme iradesine saygı göstermesi gerekir. Ancak, DNR talimatının hukuken geçerliliği ve hekimin müdahale yükümlülüğü konusundaki belirsizlikler tartışma konusudur.

Türkiye’de DNR talimatlarına dair özel bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte, hasta özerkliği ve yaşam hakkı kapsamında hastanın tedaviyi reddetme hakkı; Biyotıp Sözleşmesi, Hasta Hakları Yönetmeliği ve Türk Medeni Kanunu gibi düzenlemelerle güvence altına alınmıştır. Ayrıca Anayasa’da da bireyin sağlık ve vücut bütünlüğünün korunması temel hak olarak yer almaktadır.

Hekimler açısından ise Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, tıbbi müdahale yapma yükümlülüğünü ve mesleki özerkliği düzenler. Hekimin, tedavinin gerekliliği ve yararlılığına karar verme yetkisi vardır ancak bu karar hastanın rızasına bağlıdır. Hastanın geçerli bir DNR iradesi varsa, hekim buna saygı göstermek zorundadır.

Beyhude müdahale, klinik amaçlara ulaşmada etkisi olmayan tedavi olarak tanımlanabilir. Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’na göre, hekim, hastasına yarar sağlamayacağını bildiği bir tedavi uygulayamaz (md. 30).Bu kurallar, hekimin mesleki özerkliğine dayanarak, tıbbi müdahalenin gerekliliği ve yararlılığına karar verme yetkisinin yalnızca hekime ait olduğunu belirtmektedir. Ancak bu karar, hastanın rızası ile sınırlıdır. Eğer hastanın , canlandırma yapılmaması yönünde hukuken geçerli bir irade beyanı varsa, hekim bu iradeye saygı göstermekle yükümlüdür.

Yargıtay kararları da hastanın sağlık ve beden bütünlüğüne ilişkin karar verme yetkisinin hekime değil hastaya ait olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle, hastanın bilinci açıkken verdiği DNR talimatı geçerli kabul edilmeli ve bilinci kapandığında bu müdahaleden kaçınılmalıdır.

Asıl tartışma, bilinci kapalı ve karar verme yetisi olmayan hastalarla ilgili durumlarda ne yapılacağı noktasında yoğunlaşmaktadır. Literatürde, hastanın daha önce tedaviyi reddettiği durumlarda, bilinci kapandıktan sonra da bu iradenin geçerliliği korunduğu yönünde genel bir görüş birliği vardır fakat DNR talimatlarının şekli ve bağlayıcılığı konusunda yasal boşluklar da bulunmaktadır. Örneğin, DNR ifadesinin dövme gibi kalıcı yöntemlerle bildirilmesi hukuken tartışmalıdır ve geçerli kabul edilmemektedir.

Tıbbi müdahalenin zorunluluğu bulunduğunda, yalnızca hasta yakınlarının talebi ile müdahaleden kaçınılması hukuken mümkün değildir. Hekim, tıbbi değerlendirmesi sonucunda resüsitasyonun gereksiz olduğuna kanaat getirirse, hukuki sorumluluğu doğmaz. Ancak gereklilik halinde ve hastanın geçerli bir DNR talimatı yoksa, müdahaleden kaçınmak hukuki sorumluluğa yol açabilmektedir.

CPR Uygulamamak Suç mu? Türkiye’de DNR Talimatının Hukuki Boyutları ve Riskleri

Doktrinde, iradesini açıklayamayacak durumda olan bir hastaya kardiyopulmoner resüsitasyon (CPR) uygulanmamasının ceza hukuku açısından nasıl değerlendirileceği tartışmalı bir konudur. Türk hukukunda ötanaziyi açıkça yasaklayan bir kanun bulunmamakla birlikte, Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 13. maddesinde ötanazinin yasak olduğu ve hayat hakkının devredilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda, bireyin yaşamı üzerindeki tasarruf hakkını bir başkasına devretmesi mümkün görülmemekte; kişinin rızasına dayansa dahi, bir başkası tarafından yaşamına son verilmesi kasten adam öldürme suçu kapsamında değerlendirilmekte ve cezalandırılmaktadır.

Bu nedenle, DNR talimatını uygulayarak CPR yapmayan hekimin Türkiye’de konuya ilişkin yasal düzenlemelerin eksikliği ve durumun pasif ötanazi olarak değerlendirilmesi halinde cezai sorumluluğu gündeme gelebilir. Öte yandan, hastanın tedaviyi reddetme hakkı mevcuttur ve bu hakkın kullanılması ötanazi olarak nitelendirilmemektedir. Dolayısıyla, hastanın iradesine uygun olarak hekimin müdahalede bulunmaması ceza sorumluluğu doğurmamalıdır.

Pasif ötanazi, hekimin hastaya gerekli tedaviyi uygulamaması, yani tedavi sürecine müdahale etmeyerek ölümün hızlandırılması anlamına gelir. Ancak DNR talebinde, pasif ötanaziden farklı olarak yaşam destek tedavisi uygulanmaya devam edilir; sadece hastanın kalp ve solunumu durduğunda dışarıdan müdahale yapılmaz. Bu açıdan DNR, pasif ötanaziden ayrılır ve hastanın yaşam hakkı ile özerklik prensiplerine uygun bir uygulama olarak değerlendirilebilir.

Türk Hukukunda DNR Talimatı ve Tıbbi Yararsızlık: Hasta Özerkliği ve Hekimlerin Hukuki Sorumluluğu

Türk hukukunda, hekimin tıbbi yararsızlık gerekçesiyle kardiyopulmoner resüsitasyon (CPR) uygulamamasına olanak tanıyan net bir hukuki çerçevenin oluşturulması gerekmektedir. Hekimlerin, DNR (Do Not Resuscitate) taleplerini hukuki bir tereddüt yaşamadan yerine getirebilmeleri için mevcut yasal düzenlemelerde bu doğrultuda değişiklik yapılması zorunludur.

Bu bağlamda, tıbbi yararsızlık kavramı hasta özerkliği ve yararlılık ilkeleri dikkate alınarak dar ve kesin sınırlarla yorumlanmalı; mümkün olan her durumda hastanın veya yasal temsilcisinin açık rızası alınmalıdır.

Biyotıp Sözleşmesi’nin 9. maddesinde düzenlenen “tıbbi talimatname” uygulamasının hayata geçirilmesi, özellikle yaşamın son dönemine ilişkin hukuki ve etik sorunların çözümüne önemli katkı sağlayacaktır. Bu uygulamanın etkin ve hukuka uygun biçimde yürütülebilmesi için kapsam ve usule ilişkin ayrıntıların bir yönetmelikle belirlenmesi gerekmektedir.

Kişilerin yaşamın sonuna dair tercihleri, Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulacak bir sistem aracılığıyla kaydedilmeli ve bu bilgilere gerektiğinde sağlık meslek mensupları tarafından hızlı ve güvenli şekilde erişilebilmelidir. Özellikle kronik hastalığı bulunan bireylerin, bilinci yerindeyken tedavi sürecinden sorumlu hekimlerine tercihlerini bildirmesi ve bu tercihleri zaman içinde değiştirebilme olanağına sahip olması, bireyin geleceğini belirleme hakkı açısından büyük önem taşımaktadır.

Hukukumuzda hastanın DNR talebinin geçerliliği açısından en temel ölçüt “açık rıza”dır. Bu rıza her zaman geri alınabilir olmalı ve hasta kararından dönebilme hakkına sahip olmalıdır. Hastanın açık iradesinin belirlenmesinde en güvenilir yöntem, DNR talebinin yazılı bir form aracılığıyla hasta tarafından imzalanması ve bu belgenin tıbbi kayıtlara işlenmesidir.

Tıbbi yararsızlık kararı doğrultusunda hastaya CPR uygulanmaması için bu kavramın dar ve açık sınırlarla tanımlanması zorunludur. Özellikle DNR talimatı ile pasif ötanazi arasındaki farkın net biçimde ortaya konması büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak, DNR talimatının uygulanması; hasta özerkliğini, onurlu yaşam hakkını, vücut bütünlüğünü ve yaşam kalitesini koruyan temel ilkelere uygundur. Hasta, tıbbi müdahalelere ilişkin kararlarını özgürce verebilmeli ve bu iradesine rıza gösterilmeli; hekim de bu karara saygı duymalıdır.

Av. Ece ERTUĞ ÖZKARA

Avukat,Hemşire ve Sağlık Hukuku Uzmanı

Türk Hukukunda DNR Talimatı ve CPR Uygulamasının Hukuki Boyutları
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sağlık Haberi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Su anda sizinle birlikte
7 kişi
daha sitede
Google Analytics gerçek zamanlı verisidir